Zeybek Giysisi
Kimi yöresel ayrılıklar görülmekle birlikte efeler başlarına çuhadan yapılma, narçiçeği renginde “Kozunlu başlık” denilen fes giyerlerdi. Çok daha önceleri ise; fes yerine “Börk” giydikleri bilinmektedir. Kızanlar ise başa “Kabalak” adı verilen bir tür fes – börk giyerlerdi. Bunlar uzun, tepesi yuvarlak ve kalıpsız olurlardı.
Efe ve Zeybeklerin giydikleri fesler, uzun, kalın ve bol püsküllü idi. Fesin püskülüne “Koza” derlerdi. Adi feslerinkinden çok uzun ve ortalama ağırlığı 700gram olan bu püsküllerin en hafifi, yüz dirhem (yaklaşık 300gram kadar) idi. Ancak bir kilodan daha ağır olanları da vardı.
Zeybek ve Efeler, püskülleri tartıyla alırlardı ve kimi saç gibi arkaya, imi de hem arkaya hem bir yana omuz üzerinden sarkıtılırdı. Bu durum püsküllerin ağırlığıyla ilişkiliydi. Hafif olanlar bir omuzdan aşağı, ağır olanlar ise hem iki omuzdan hem de arkadan sarkıtılırdı. Zaten Sultan Mahmut ve Mecit dönemlerindeki feslere bakılacak olursa bu püsküllerin saç gibi hem yanlardan hem de arkadan fesi örtercesine sarktıkları görüşülür. Yalnız gözleri örtmemesi için ön tarafta bir aralık bırakılırdı.
Fesin altında “Terlik” denen, çeşitli biçimlerde motifleri olan pamuklu kumaştan yapılma takkeler giyilirdi (Eski arakıyeler gibi). Bu terliklerin üzeri sarı floş iplerle işlenir, uçları krem renkli iple oyalanırdı.
Fes yasağından önce fesin üzerine kenarlarından püsküller sarkan “Poşu” sarılırdı. Fesin yasaklanmasından sonra, özellikle Cumhuriyet döneminde efe ve kızanlar fes etrafına poşu yerine “Çevre”, “Oyalı yemeni” sarmaya başlamışlardır. Kimi zaman da boyu 80 – 120 metre arasında değişen yalnızca oya sarılırdı. Yörede yapılan araştırmalar neticesinde, fes üzerine sarılan ve kimilerinin işlenmesi bir yılı bulduğu söylenen çevrenin, zeybeğin yavuklusu, nişanlısı gibi sevdiği kız tarafından işlendiği, yapılan bu işlemenin, oyanın güzelliği ve (zorluk anlamında) ağırlığı, seven kızın zeybeğe olan sevdi derecesini gösterdiği anlaşılmıştır.
Üstlük olarak en alta “Alakye” adı verilen, beyaz renkte bürümcük veya ince bezden dikiliş, yakasız pullu ten gömleği giyerler, kalçaya kadar inen eteklerini poturun içine sokarlardı.
Alakye üzerine kimilerinin “İşlik”, “İçlik” dedikleri “Zıbın” veya “Mintan” denilen “Canfes gömlek” giyilirdi. Beyaz üzerine mavi, kırmızı gibi renklerden dikine çizgili bu gömleğin eteği, beldeki kuşağa kadardır ve dışarıda bırakılırdı. Kimi zaman da göğsün hemen altında bitecek şekilde olurdu. Efeler, bu gömleğin yakalarını daima açık bırakırlardı.
Gömlek üzerine “Camadan” adı verilen, çapraz düğmeli, kolsuz ve alta giyilen çakşırın rengindeki çuhadan yapılmış, bir çeşit yelek giyilirdi. Yakası yuvarlak veya “V” kesimli, boyu göğüs hizası civarında olan bu yeleğin önleri üst üste gelecek şekilde kapanırdı. Camadanların sırt ve göğüs kısımlarında işlemeler olurdu ve bu işlemelerin simetrik olmasına dikkat edilirdi. Kolları dar ve kol boyları bilek hizasında olan camadanların kısa kollu olanları genellikle yaz mevsiminde giyilirdi. Kimi kesimlerde camadana “Delme” de denir.
Camadan üzerine “Sarkma”, “Sallama”, Kılkuyruk”, Kuyruklu”, “Kartal kanat” gibi adlarla anılan, gerektiğinde iliklenip kol olabilecek biçimde düzenlenmiş kolları kopçalı bir başka cepken/camadan giyilirdi. Bu cepkenler mavi, lacivert veya özellikle İzmir taraflarında mor renkli olup, üzeri siyah ipek “Kılaptan” ile işlemeli olurdu. İşlemeleri sırmalı olan cepkenler varsa da bunu yalnız efeler giyerdi. “Denizli ve Muğla taraflarında cepken giyilmez.”
Belden aşağı kısımda en alta beyaz patiskadan veya amerikan bezinden yapılmış “İç donu” giyilirdi. Bunun paçası şalvardan kısa yapılırdı ve diz kısmından görünmezdi. İç donunun bel kısmı efelerde görünmez, kızanlarda görünürdü.
İç donunun üzerine “Çakşır” denilen, ancak halk arasında “Çaşır”, “Nevrek”, “Çaşır menerek” “Çaşir menevrek” gibi adlarla anılan açık mavi, lacivert ya da mor çuhadan; veya beyaz humayından yapılmış işlemeli (günlük olanlar işlemesiz) bir tür şalvar giyilirdi. Bunun da iki çeşidi vardı. Biri; diz kapağı üzerinde daralır, bacağı sıkıca sararak ayak bileğine kadar uzanırdı. Bu tür çakşırları çoğunlukla dindar Zeybekler giyerdi. Diğer çeşit çakşır ise –ki Zeybekler tarafından en yoğun kullanılanı- diz kapağı hizasında biterdi ve buna da “Diz çakşırı” adı verilirdi. Bacak çevresi ve diz üzeri cepken ve camadanda olduğu gibi işlemelidir. Bu işlemeler yörelere göre de değişmektedir. Ödemiş işi kıyafetlerde işlenen yüzey tamamen doldurulurken Aydın işi kıyafetlerde bu işlemeler biraz daha seyrek, Denizli ve Muğla taraflarında ise çok daha seyrek ve küçük motifli olurlardı. Diz çakşırı, aynı zamanda sefere gidilmediği dönemlerde yeniçeriler tarafından da giyilirdi. Çakşırın apış arası yaklaşık üç metre genişlikte olurdu.
Ege bölgesinde bir çok köyde Zeybeklerin geçmişte giydikleri diz çakşırı kısa bir süre öncesine kadar belli bir yaşın üzerindeki bir çok köylü tarafından giyilmekteydi. Bu duruma, 1986 yılında, Aydın – İncirliova, Manisa – Salihli ve İzmir – Ödemiş taraflarında da rastlanılmıştır. Attila Erden de bu çakşırın özellikle Kazdağları’ndaki Yörük – Tahtacılarda ve Balıkesir Tahtacılarında bugün dahi giyildiğini belirtmiştir.
Efe ve Zeybekler, şalvarın altından yine şalvar gibi kasıktan bağlanan topuklara kadar inen siyah ve dimiden son giyilirdi. Bu don ve şalvar arkadan kuskunla, önden de uçkurla bağlanırdı. Anca şunu da belirtmek gerekir ki, bu don asıl giysiye dahil değildi, çatışma sırasında bacak ve baldır kısmını çalı-çırpıdan ve bu etmenlerden oluşabilecek yaralanmalardan korunmak amacıyla giyilirdi. Bu siyah donun baldır kısmında bolluk yaparak çirkin görünmesini engellemek için üstünden, şalvarla aynı renkte yapılmış, üzeri işlemeli tozluk giyilirdi. Kimileri “Kepmen” de denilen meşin tozluk takarlardı ve bunun içine bir kama sokulurdu.
Çıplak kalan bel üzerine ise “Yorgan kuşak” sarılı, bel üzerine bir de yumuşak pamuklu küçük bir yastık yerleştirilirdi. Bu yorgan kuşağın üzerine “Trablus” (Tırabulus) kuşağı sarılır, bunun üzerine de “Acem şakı” veya şal kuşak sarılırdı.
Kasıkla göğüs arasında, şal kuşak üzerine yine bir çeşit meşin kuşak olan, deriden “Silahlık” bağlanırdı. Genellikle sahtiyandan yapılan bu silahlıklar üç, beş, yedi gözlü yapıldığı gibi, çifte kayışlıydı da. Ancak yalnız efelerin kullandığı tek kayışlı olanarı da vardı. Efe ve kızanlar bu silahlığı ve tozluğu köy içinde takmazlar, ancak şehre inerken mutlaka takarlardı. Kasıkla göğüs arasına bağlanan bu silahlık, aynı zamanda çatışma sırasında, özellikle kesici aletlerden dolayı oluşabilecek yaralanmalara karşı bir zırh görevi de görmekteydi.
Silahlık içinde “Kulaklı bıçak” (saldırma, kaba) ile “Pala” veya “Yatağan” denilen eğri kılıç, ayrıca yaralanma gibi durumlarda kullanmak üzere iki okka kadar temiz yapağı, bir torba içerisinde kav, fitilli çakmak, çakmak taşı ve çakmak çeliği bulunurdu. Ayrıca, silahlığın yan tarafında aşağı doğru sarkan,” Meşe” adı verilen demir bir çubuk bulundurulurdu. Bu çubuk bıçak ve kama bilemek, çatışma sırasında düşmanın bıçağının, kamasının ağzını köreltmek amacıyla kullanılırdı.
Efenin kolunda, kızan olduğu zaman takılmış, içinde koruyucu muska bulunan gümüşlü “Pazıbent” vardır. Yine kızan olduğunda takılmış, içinde enam olan “Hamaylı” da göğsünde asılıdır. Ayrıca boyundan geçme kösteklerde kapaklı gümüş saatler, gümüş tütün tabakası, ağaç, gümüş veya kehribardan yapılmış ağızlıklar da bütünleyici aksesuarlardır. Zeybek giysisi aksesuarlarında gümüşün önemli bir yeri vardır. Halk türkülerinde de bu durum oldukça çok işlenmiştir.
Efeler, ayağa “Yemeni” veya “Pabuç” ve yün çorap, son zamanlarda ise “Kayalık” adı verilen körüklü-işlemeli çizme giyerlerdi. Kızanlar ise “Çarık” giyerlerdi.
Efe ve kızanların yanlarında uzun namlulu tüfekleri ve bu tüfekler için gerekli su kabağından yapılmış barutlukları bulunurdu. Mavzer ve martinin kullanılmaya başlanması ile birlikte göğüslerine “Karkılık” adı verilen fişeklikler takılmaya balandı. Su gereksinimlerini karşılamak üzere özel bir biçimde yapılmış su kabakları da matara olarak kullanılırdı. Daha önceleri boyundan kasıklara kadar inen, yün, ipek, altından kordonlar takarlardı. Zamanla bunların yerini gümüş köstekler almıştır.
Efeler, kışın da soğuklardan korunmak için “Aba” ve yağmurdan korunmak için de “Kepenek” giyerlerdi.
Efe ile Zeybeklerin arasında görünüş bakımından da kimi ayrıcalıklar vardır. Efenin başı tıraşlı ve perçemli olduğu halde, zeybeğin başı nal biçiminde tıraş edilmiştir. Bu tıraş biçiminin bir zamanlar Erzurum yöresi “Dadaş”larında da olması ve birtakım Orta Asya kavimlerinde de görüşmesi, Zeybek ve dadaş geleneğinin eski Türk kültürüyle de bir etkileşim içinde olduğunu göstermektedir. Bir Afyon türküsü olan “İslamoğlu kale yapar taşınan” adlı türkünün bağlantı kısmında geçen “Eyvahlar olsun saçlı da doru doru şanına” sözündeki “Saçlı” deyimi, büyük bir olasılıkla İslamoğlu adlı zeybeğin de uzun perçemli olduğunu, bu durum da Zeybeklik geleneğindeki perçem bırakmanın hemen tüm Batı Anadolu’da yaygın olduğunu gösterir.
Zeybeklik geleneği içinde en iyi, en güzel, en gösterişli her zaman için efeye aittir. Bu durum daha sonra Zeybekler, ve en sonunda da kızanlar için geçerlidir. Örneğin, kızanların giysileri efe ve Zeybeklere nazaran daha yalındır. Üzerlerinde hiç gümüş eşya bulunmaz. Efenin diğer silahlara göre hafif ve kısa olan ve çeşitli yerleri sedef, taş kakmalı, gümüş işlemeli filinta; Zeybeklerin dakikada ortalama altı mermi atan mavzer taşımalarına karşın, kızanlar tek atımlık, her atıştan sonra yeniden doldurulması gereken martin taşırlardı. Ancak olanak bulunursa, özellikle silah konusunda hemen tüm çete en son teknolojik silahlardan edinmeye çalışırdı. |